"Taksirle Yaralama Suçunda Şikayetin Önemi: Yargıtay'dan Önemli Karar"

Yargıtay'ın son verdiği bir karar, taksirle yaralama suçunda mağdurun şikayetinin önemine dikkat çekti. Kararda, olayın hemen ardından alınan beyanın, şikayetin olmadığı anlamına gelmeyeceği vurgulandı.

Bir olayın ardından mağdur veya yakınlarının ilk beyanlarının, ilerleyen süreçte değişebileceği ve bu değişimin, şikayetin devam edip etmediği konusunda ipucu verebileceği belirtildi. Yargıtay, bu çerçevede, "şikayet yokluğundan düşme kararı" verilmesinin, soruşturmanın tamamlanmadan önce şikayetin durumunu göz önünde bulundurmayarak hukuka aykırı olduğuna hükmetti.


Özellikle çocuk mağdurların haklarının korunması adına alınan bu karar, taksirle yaralama suçlarında şikayetin sürekliliğinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Çünkü mağdurun ilk beyanının, olayın şoku veya diğer nedenlerle tam olarak şikayetin ifadesi olmayabileceği vurgulandı.

Ancak uygulamada şikayet yokluğundan vazgeçmenin olmayacağı gibi gerekçelerle ilk aşamada kişinin hastanede kolluk tarafından avukat olmaksızın, yasal hakları hatırlatılmaksızın alınan beyanına itibar edilerek KYOK kararları verildiği gibi Sulh Ceza Hakimliklerince de yeterli araştırma yapılmadan hukuka aykırı olarak mağdurların itirazlarının reddine karar verilebiliyor. Anılan durum hukuk güvenliği ilkesine aykırılık teşkil ediyor.

Yargıtay'ın (12.CD, 07.10.2013 T., 2013/2162 E. ve 2013/22805 K.),


"10.10.2010 tarihinde, 05.02.2000 doğumlu oğlu mağdura karşı işlenen taksirle yaralama suçuyla ilgili olarak aynı gün hastanede kolluk görevlilerince hakları hatırlatılmayarak, vekilsiz olarak alınan beyanında sanıktan şikâyetçi olmadığını belirten ve eşinden boşanması nedeniyle mağdur üzerinde tek başına velayet hakkına sahip olan annenin, olaydan 3 gün sonra karakola müracaatta bulunarak şikâyetçi olduğunu ifade etmesi üzerine sanık hakkında açılan dava sonucunda, annenin ilk beyanında şikâyetçi olmadığını ifade etmesi ve şikâyetten vazgeçmeden vazgeçmenin mümkün olmaması sebebiyle verdiği düşme kararının mağdur vekili tarafından temyizi üzerine “...12 yaşından küçük katılan üzerinde velayet hakkını haiz anne M.D., olay günü kolluk görevlilerince hastanede ve hakları hatırlatılmayarak, vekilsiz olarak alınan beyanında, sanıktan şikâyetçi olmadığını ifade etmiş ise de, 3 gün sonra Haliç Polis Merkez Amirliğine müracaatla alınan beyanında, olayın şoku ile sanıktan şikâyetçi olmadığını ancak oğlunun tedavisinin devam etmesi ve psikolojik sorunlar yaşaması sebebiyle şikâyetçi olduğunu ifade etmesi, yargılama aşamasında da şikâyetini sürdürerek davaya katılması, sezgin küçüklerin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanmada 4721 sayılı Kanun’un 13. ve 16. maddeleri ile 15.04.1942 gün ve 14/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, CMK’nın 234. Maddesi hükmü de nazara alınmak suretiyle küçüğün haklarını koruyucu şekilde yorumlanmasının gerekmesi karşısında, şikâyetin devam ettiği gözetilerek sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, soruşturma aşamasında alınan ilk beyana istinaden şikâyet yokluğundan düşme kararı verilmesi” hukuka aykırı bulunmuştur. 


Benzer bir hata velayet altında olan küçük hakkında şikayet hakkının kullanılmasının ne şekilde olacağı konusunda da yaşanmaktadır.


Aynı şekilde örneğin taksirle yaralanan küçüğün velisinin birisinin şikayetçi olmaması yeterli olmamakta her ikisinin de şikayetçi olmaması gerekmektedir. Anılan hususta da her iki veli dinlenmeden ve geçerli bir şikayetçi olmama iradeleri saptanmadan verilen hatalı savcılık kararları ile mağdurların itirazını reddeden Sulh Ceza Mahkemesi kararları ile karşılaşılmaktadır. TMK m.336/1’de yer alan “Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanırlar” düzenlemesi gereğince, ana veya babadan sadece birisinin şikâyetinin yeterli görülmemesi gerekir. Yargıtay da bu hususta “küçük olan mağdurun annesinin şikâyetçi olmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 336/1. maddesindeki “Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar” hükmü uyarınca babanın beyanı alınmadan şikâyet yokluğundan bahsedilemeyeceği gözetilmeden…” karar verilmesini hukuka aykırı bulunmuş,  yine başka bir kararda “mağdurun kanuni temsilcileri olan annesi Z... ile babası A... O...’ın 20.05.2004 tarihinde alınan ifadelerinde, suça sürüklenen çocuktan şikâyetçi olduklarını beyan etmeleri, her ne kadar baba A... O... 24.01.2006 tarihli celsede şikâyetinden vazgeçmiş ise de, 4721 sayılı TMK’nın 336/1. Maddesine göre, ana ve babanın velayet hakkını birlikte kullanacaklarının belirtilmesi ve mağdurun annesi Z...’nin şikâyetinden vazgeçtiğine dair bir beyanının bulunmaması karşısında; babanın tek başına mağdur adına şikâyetten vazgeçmesinin geçerli olmadığı” vurgulanmıştır.


 Bu kararlarda da belirtiği gibi şikâyette bulunma veya şikâyetten vazgeçme anlamında anne ve babanın ortak iradesinin aranması gerekir, boşanma neticesinde velayeti bir taraf tek başına kullanmıyorsa, tek başına birisinin irade açıklaması yeterli görülemez.


Anılan hususlarda verilen hatalı kararlar savcılıkların karar aşamasında Başsavcı ve vekillerinin görüldü aşamasında, Sulh Ceza Hakimlerinin de mağdurların itirazı üzerine verdikleri kararlarda daha dikkatli olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.


Yargıtay'ın bu kararıyla, soruşturma süreçlerinde mağdurun ve şikayetin durumunun daha dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve adil bir yargılamanın sağlanması hedefleniyor. Bu karar, taksirle yaralama suçunda adaletin tecellisi adına önemli bir adım olarak kaydediliyor.

Haberin hazırlanmasında aşağıdaki makaleden de yararlanılmıştır. Makalenin orjinali için,


Şikâyete Yetkili Kişiler ve İradelerinin Çelişmesi Sorunu Koray Doğan


283 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam30
Toplam Ziyaret622700
Dava Dosyası Sorgulama
KİTAP